Salı, Mayıs 18, 2010

İMAJ PEŞİNDE

Evvela, bu yazı uzunca bir süredir devam eden bir huzursuzluğun, manevi bir sıkıntının tezahürüdür.Dolayısıyla ziyadesiyle şahsi ve içten; bir o kadar da eleştirel ve inciticidir.

Her şeyin hem haddinden fazla
göz önünde ve erişilir olduğu,
hem de her şeyin yakından bakıldığında
sadece içi boş bir imajdan ibaret olduğu
bir zamanda yaşıyoruz.Her gün her an hepimiz
bir şeylere ihanet ediyoruz.
Kendimize çevremize yalan söylüyoruz.
Yalandanseviyor, yalandan savunuyor
ve yalandan yaşıyoruz.
Hakikati katlediyoruz; seve seve bile isteye.

Merak ediyorum acaba kaçımız gerçekten
ne istediğimizi bilerek yaşıyoruz.
Kaçımız istemek fiilinin
ancak niyet ve aksiyon bir paydada buluştuğunda
bir anlam ifade edebileceğinin bilincindeyiz.
Kocasının kendisini aldatmasından
şikayetçi olan bir anne
sırf başından savmak için
çocuğunu nasıl kandırabiliyor.
Dindarım diyen ve beş vakit alnını secdeye
koyan bir patron nasıl olup da
"işçinin hakkını alın teri kurumadan veriniz"
şiarını göz ardı edebiliyor..
Herkes toplumun tepesindekileri
birçok şey için suçluyor.
Hırsız diyor, yalancı diyor, sahtekar diyor vs...
Peki ya toplum? Moral çelişkiler daha
ailede başlamıyor mu?
Bir baba, oğlu bir başka babanın kızıyla
hovardalık ederken,
"erkektir yapar" diyip de; başka bir babanın oğlu,
kendi kızıyla hovardalık yaptığında
bunu sorun haline getiriyorsa,
bu çok yaman bir çelişki değil de nedir?
Kimin kimle ne yaptığı aslında beni
çok da ilgilendirmiyor!
Önemli olan tutarlılık.
Bir toplumun nüvesi aile;
ailenin en temel yapı taşı da anneyken,
nasıl oluyor da kızlarımızı doğdukları andan itibaren
adeta üstü kapalı bir kabul
edişle sahtekarlığa mecbur kılıyoruz.

Fertler dürüst değil ki,toplum tutarlı
değer yargılarına sahip olsun!
Yaşadığımız üzre idare olunuyoruz.
Öyleyse tepedekilere sövgüler yağdırmak anlamsız.
İstatistiklere bakarsanız yüzde bilmem kaçı
müslüman olan bir ülkede yaşıyoruz.
Dönüp aynaya bir kere samimice bakın ne görüyorsunuz?
Ben sadece ve sadece kendisini kurtarma telaşında olan
acınacak bir suret görüyorum.
Yaradılışın ruhuna ihanet etmiş
ve bu ihanete her gün yeni bahaneler bulma,
yeni kılıflar uydurma telaşı içinde
dört bir yana koşturan bir zavallı...
Binlerce imajın kölesi olmuş,
statülerini yitirmemek için
değersizleşmeyi kabullenmiş zavallılarız.

Hepimiz ama az ama çok, birilerine yalan söylerken
bir takım değerlere ihanet ederken veya
çıkar sağlamak uğruna
birilerinin hakkını gasp ederken
aslında hakikati talan etmiyor muyuz?
Çok basit ama bir o kadar da can alıcı
bir örnektir bence; okul-ebeveyn-öğrenci
ilişkilerimiz.

Bir topluma yeni fertler yetiştirmekle
mükellef bir okul idaresi,
özel ders vermeyi adeta bir şantaj
unsuru olarak kullanıyor
ve basitmiş gibi göründüğü halde
aslında hiç de öyle olmayan bu duruma karşı
tepeden tırnağa tüm toplum üç maymunu oynuyorsa;
kalkıp bir şeylere sitem etmenin,
ahlaktan bahsetmenin ne anlamı var?
Ebeveyn sınıfta kalması muhtemel çocuğu için
illegal yollardan bin takla atıyor;
öğretmen bu çabayı istemem yan cebime koy
edalarında karşılıyorsa,
bu sürecin bilincinde olan
çocuktan sağlıklı bir toplumun
sağlıklı bir ferdi olmasını
beklemek ne denli gerçekçidir?
Yoksa herkes dostlar alışverişte
görsün diye rol mü kesiyor?
Bu da mı bir imaj çalışmasından ibaret?

Eskiden annelerimiz köylerde öğretmenlere
çocukları sınıfı geçsin diye
yumurta, süt, yoğurt vs. götürürlermiş,
şimdi öğretmenler gününde sınıfça toplanıp
öğretmenin öncesinde bir şekilde sınıf annesine
duyurduğu hediyeler alınır olmuş. Değişen ne?
Herhalde biraz daha naif ve
modern usuller icat edilebilmiş, hepsi bu!
Ne de olsa 80 yıl öncesine nazaran
bilmem ne verilerine göre bilmem ne oranlarında
inanılmaz mesafeler katetmişiz.
Daha modern daha eğitimli ve dünyayı
daha iyi okuyabilen çağdaş nesiller yetiştirmişiz!
Pehh! Eğitimli cahiller, kalifiye sahtekarlar sürüsü!
Haklarını yememek lazım daha nitelikli hırsızlar,
daha pervasız ve gözü doymaz,
daha eğitimli dolandırıcılar kazandırmışız topluma!
Dalkavuklarımız daha dilbaz, aşüftelerimiz
iki dil bilir hale gelmiş.
Pezevenklerimiz küresel ekonomiye
entegre olmak için Avrupa'ya açılmışlar bile!
Buna da şükür!

Haksız kazanç elde eden de, rüşvet alan da veren de,
çeşitli bahanelerin arkasına sığınarak vergi kaçıran da,
faiz yiyen de bizleriz. Ama kimliklerinde
müslüman yazanlar da bizleriz.
Acaba Müslümanlığımız da bir imajdan mı ibaret ?

Habis bir urun fert fert hepimizi teslim alışını
tarifi imkansız bir sükunetle izlemekteyiz.
Üstelik hem bu süreci hem de neticelerini bilerek.
Bilmek amel etmektir!
Öyleyse biz nasıl bir bilinç halindeyiz?
Acaba bilmek de istemek gibi bizim için
hiçbir eylem yükümlülüğü taşımayan bir imajdan mı ibaret?

Öylesine çelişik ve çapraşık bir haldeki bilinçlerimiz,
bu durumu belki tek başına yeterli olmasa da
önemli bir parametre olan ata sözleri ve deyimlerimizden
yola çıkarak anlatmak isterim.
Nihayetinde bu sözler içinde bulunduğumuz toplumun
moral genetiğinin adeta ifşası niteliğindedir.

TDK'nın Ata sözleri ve Deyimler Sözlüğü'nde
"doğru" kelimesinin geçtiği maddeleri karıştırdım
ve karşıma toplum havsalasındaki,
bahsetmeye çalıştığım o derin,
travmatik anlam bulanıklığını
ispat eden şöyle bir tablo çıktı:

Şimdi bu sözleri, karamsar bir hava taşıyanlardaki
çoğunluğun manidarlığını dikkate alarak değerlendirmeniz
temennisiyle sıralıyorum:

baca eğri de olsa dumanı doğru çıkar
doğru bildiği yoldan ayrılmamak (şaşmamak)
*doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar
*doğru söyleyenin bir ayağı üzengide gerek
*doğru söyleyenin tepesi delik olur
*doğru söz acıdır
*doğruluk minarede kalmış onun da içi eğri
*doğrunun yardımcısı Allahtır
*dumanı doğru çıksın
eğri oturup doğru konuşalım
eğriye eğri doğruya doğru
eline eteğine doğru
*minare de doğru, ama içi eğri
*tutulmayan uğru, beyden doğru
*her doğru her yerde söylenmez.

Nelere ödül nelere ceza vereceğimizin
ayırdına varmakla mükellefiz.
İslam'ın temel düsturlarından biridir
"emr-i bi'l ma'ruf nehy-i anil münker".
Yani "iyiliği emredip, kötülükten men etmek",
bugün bize önemsizmiş gibi gelse de
aslında her müslümanın vazifesidir.
Kanaatim odur ki bizi kurtaracak reçete,
bu düsturu sahiplenip hayatımızın merkezine
yerleştirmemizle yakından ilişkilidir.
Tabii bu reçeteyi evvela kendi
üzerimizde uygulamak kayd-ı şartıyla!

Eğer bir umut varsa bu ancak iyiye
doğruya ve güzele meylederek,
onu yücelterek mümkündür, hakikati yağmalayarak değil!
Allah şahittir ki eğri otursam da doğru konuşmaya
gayret ettim umarım yeni bir köy aramak zorunda kalmam...

Eyüpsultan
18 Mayıs 2010

Hiç yorum yok: